Muhteşem Üçlü: Kaptan Amerika, Demir Adam ve Thor Üzerine

Beyaz perdede 2008 yılından bu yana izlediğimiz Marvel evreni, genel olarak üç ana karakteriyle ön plana çıktı. Bu karakterler üçlemeleri yapılmış,  hem çizgi romanlarda, hem de sinematik evrende popüler olan ve sevilen Kaptan Amerika, Thor ve Demir Adam’dı. Bu üç karakterden Thor hariç devam eden evrende tekrar görünecek veya filmi yapılacak ana karakter yok gibi görünüyor. Zira Demir Adam öldü, Kaptan ise artık çok yaşlı. Bu yazıda karakterlerin seyirci tarafından kabul edilebilmelerini sağlayan çok sayıda faktörden ziyade bu üçlü arasındaki karakter özellikleri üzerinden “hangisi, neden daha fazla kabul edilebilir/içselleştirilebilir?” konusu ele alınacak.

Muhteşem Üçlü: Kaptan Amerika, Demir Adam
ve Thor Üzerine

“The truth is, I’m Iron Man”

Hem kendi üçlemesinin, hem de yeni Marvel sinematik evrenini başlatan o sihirli sözcükler bunlardı. Zaman içerisinde bu cümle üzerinde bir karakter olarak kurulan Demir Adam, kendisini izleyiciye sevdirmeyi başardı. Öyle ki Avengers: Endgame filmi ile karakterin sinematik evrendeki yolculuğu son bulsa da, muhteşem bir son olduğu için evrenin sonraki filmlerinde adından oldukça fazla şekilde bahsettirecek gibi görünüyor. (ki bunun sinyallerini Örümcek Adam: Evden Uzakta filmiyle kuvvetli şekilde almıştık.) Biz ise bugün karakterin kendisini nasıl kahramanca feda ettiğinden çok, karakterin nasıl bir insan olduğundan ve karakter gelişiminden bahsedeceğiz.

Demir Adam, 2008 yılında çıkan ilk filmiyle beraber herkeste egoist, şımarık ve özgüven patlaması yaşayan bir karakter olarak ilk izlenimlerini bırakmıştı. Filmin içinde yaşanan olaylar ve sonunda karakterin gizli kimliğini açıklamasıyla başlayan süreçle birlikte ise sürekli olarak kendisini geliştiren ve artıya doğru hızla ilerleyen bir Demir Adam gördük. Bu karakter gelişimi Avengers: Ultron Çağı filminde gelecekten bir kesit gören Demir Adam’ın, arkadaşlarının ölmesinden çok kendisinin yaşamaya devam etmesine üzüldüğünü ve bunun arkadaşlarının ölmesinden çok daha kötü bir durum olduğunu söylemişti. Zira son filmde de kendisini feda ederek bu kötü geleceğin gerçekleşmesini engellemiş oldu. Ancak şöyle bir nokta var: Demir Adam bir kahraman olmak için ne kadar çaba gösterdi?

Demir Adam, yani Tony Stark karakteri babası Howard Stark tarafından oluşturulmuş oldukça büyük bir servetin varlığı içerisinde dünyaya geldi. Yani gerek eğitim şartları, gerek hayata bakış açısından çok kârlı bir pozisyondaydı. Ayrıca doğuştan gelen zekâsı da servetiyle birleşince onu hayat içerisinde çok daha ileri sıralara atıyordu. Bundan dolayı sıradan bir seyirci, karakteri seyrederken onu her ne kadar severek izlese de, karakterde kendisinden bir şeyler bulamadığı için karakteri daha zor benimser, içselleştiremez.  Çünkü Tony Stark zaten tüm imkanları elinde olan bir insandı. Zekâ da, para da ondaydı. Onun bir kahraman olması veya doğru yolu bulması ne kadar zor olabilirdi ki? Elbette doğuştan bir servet ve zeka sahibi olması karakterin suçu değil ve bundan dolayı onu suçlayamayız. Ancak kahraman oluş süreci Kaptan Amerika ile kıyaslanınca anlatılmak istenen görüş daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

2011 senesinde “İlk Yenilmez” etiketiyle vizyona giren Kaptan Amerika ise filmin başından itibaren “Kaptan Amerika” olması en zor karakter durumundaydı. Sıradan, hatta sıradan seviyesinden de düşük seviyede, kısa boylu, sıska, kısacası fiziksel olarak güçsüz bir insandı. Ayrıca çok sayıda hastalığı vardı. Bunlardan dolayı II. Dünya Savaşı’nda orduya katılmayı defalarca denese de başarıya ulaşamamış, iyi bir şeyi istese ve denese de çabaları sonuçsuz kalmış bir karakterdi. Ancak “iyi bir asker” olmaktansa “iyi bir insan” olmanın daha doğru olduğunu düşünen bir doktorla karşılaşmasının ardından hayatı tamamen değişti. Bu anda kendisine bir şeyler yapabilmesi, farklılık yaratabilmesi, ilham verebilmesi için bir şans verildi ve o da bu şansı verilme amacına en uygun biçimde kullanmaya çalıştı ve genel olarak bir egoistlik göstermedi. Çünkü bir “süper-asker” olmasına uzanan yolculukta Doktor Abraham Erksine’in de dediği gibi daha önce gücü hiç tatmamış birisi, bunun değerini daha iyi anlar ve gücü ona göre kullanır. Sonraki filmlerinde izlediğimiz gibi Kaptan Amerika, Doktor’un bu sözünü haksız çıkarmamış ve gücünün değerini her zaman bilmiş, gücünü kullanmaması gerektiği zamanları doğru seçmiş olduğunu kanıtlar nitelikte işler yaptı. (Örneğin: Kış Askeri, nam-ı değer Bucky Barnes ona saldırdığı zaman, onun kalkanını atarak sadece arkadaşı olduğu için ona karşı savaşmaması ve Demir Adam’ın zırhının miğfer vazifesi gören kısmını kırdığı halde son  hamlesinde Stark’ın kafasını kalkanıyla uçurmak yerine ark reaktörünü kırması.) Hatta Avengers: Ultron Çağı’nda kıpırdattığı Mjölnir’i son film Avengers: Endgame’de kaldırabilmiş hatta ustalıkla kullanarak Thanos’la bir süre birebir olarak savaşabilmiş, yani “layık” olabilmiştir.

Anlatılanlardan da anlaşılabileceği üzere Steve Rogers, sıradan bir insana şans verildiği zaman ondan iyi şeyler beklenebileceğinin, fark yaratmak adına önemli işler yapabilecek ve adından oldukça söz ettirebilecek bir kahramana dönüşebileceğinin bir kanıtı niteliğindedir. Steve Rogers karakteriyle birlikte aslında hayata oldukça gerilerden başlayan insanların şansın da yardımı olduğunda dâhi ve servet sahibi bir insanla, Asgard’da yaşayan bir tanrının yanında savaşabilecek kapasiteye gelebileceğini izliyoruz. Doğal olarak Asgard’da Odin’in oğlu olarak doğan (ve bunu her fırsatta “ben Odin oğlu Thor” şeklinde kendini tanıtarak dile getiren) Şimşeklerin Tanrısı Thor veya doğuştan tüm şartlar önüne serili Tony Stark’tan ziyade, Steve Rogers’in karakterinin sinema salonlarındaki izleyicilerle çok daha fazla ortak yanının olduğunu söyleyebiliriz. Şans yeteri kadar yanınızdaysa ve bu şansı iyi değerlendirirseniz fark yaratabilirsiniz.

Yorumlar