Good bye Lenin!



Good Bye Lenin!
Alman yönetmen Wolfgang Becker’in yönettiği 2003 yılı yapımı “Good bye Lenin!” adlı filmi türü açısından ele almak oldukça kolay. Bu filmin konusu tamamen hayat ve hayatın çeşitli sarmalları ve zıtlıkları bir arada yaşatışını anlatıyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına yakın zamanlarda Doğu Berlin’de geçen hikayede, kendini sosyalizme ve çocuklarına adamış bir anne olan Christiane parti için çalışan idealist bir kadındır. Doğu Berlin’de bu monoton hayatları devam ederken oğlunun bir eylemde gözaltına alındığını gördüğü an kalp krizi geçiren ve komaya giren Anne, sekiz ay sonra mucizevi bir şekilde uyanır. Uzun koma sürecinden dolayı ciddi sağlık sorunları yaşayacak ve deyim yerindeyse hayatı pamuk ipliğine bağlı olacak Anne, bağlı olduğu ideallerin kendisi derin uykudayken çöktüğünü ve hiç alışkın olmadığı bir yaşam tarzının geldiğinden habersizdir. Doktorun tavsiyelerine uyan ve annesini büyük bir heyecandan korumak zorunda olan Alexander, annesinin daha fazla yaşaması ve mutlu olması için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Evlerinin bir odasını annesinin bıraktığı haline döndüren ve adeta zaman makinesi olmadan zamanı geri alan Alexander, sürekli annesini mutlu edecek ve onu şüphelendirmeyecek eşyaları edinmeye çalışsa da bunda zorlanır. Anne, oğlunun uyuyakaldığı zamanlardan birinde sessizce dışarı çıkar. Hızlanan hayat, değişen düzen ve kaldırılmakta olan Lenin heykeli onu korkutur.
Film, yazının başında da belirttiğimiz gibi tamamen “hayat” türünde. Hiçbir olayın sadece siyah veya beyaz olmadığını yerli yerinde bir şekilde anlatıyor. Dram veya komedi, hiçbir zaman birisi diğerinin çok önüne geçmiyor. Ayrıca Anne’nin hastalandığı sahneler de izleyiciye bir duygu banyosu yaptırmadan sakince geçiliyor. Genellikle filmlerin bu ilerleyişinin içerisinde her zaman bir şeyler eksik kalır veya kaybolur; yan karakterler gibi. Bu filmde hiçbir karton karakter yok. Alexander, sadece annesinin yaşaması için saf duygularla çaba gösteren ve annesini seven bir çocuk. Kız kardeşi bir zaman sonra Batı’dan gelen kocasının yanına sığınıp annesine kötü davranmıyor ve en önemlisi de kocası nedense artık alıştığımız “aileye sonradan gelen damat-gelin kötülüğü” moduna girmeden aileye ve bu tiyatroya dahil oluyor.
İsminin aksine filmde hiçbir "-izm" propagandası veya yergisi bulunmayan filmde Senaryodaki her karakter hikayenin gelişimine veya ilerlemesine katkı sunuyor.


Yorumlar